TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devletin şifre anahtarı

Devlet iktidarının örgütlenişinde güçler ayrılığı mı, yoksa güçlerin birliği mi? Yasama, yürütme ve yargı erklerinin kullanımı ayrı ayrı organlara mı verilmeli, yoksa aynı organda mı birleştirilmeli?

Bu tartışma, devletin örgütlenişine ilişkindir, dolayısıyla ancak devletin varolduğu bugünkü tersine dönmüş dünyada geçerlidir. Sosyalist (komünist) toplumsal devrim süreci boyunca bugünkü tersine dönmüş dünya tekrar tersine döndürülerek düzeltilince ve bunun sonucunda komünal insanlığa adım atılınca, artık devletler ortadan kalkmış olacağı için bu tartışma da geçersizleşmiş olacaktır.

Sınıflı toplumlardaki emekçilerin artı-emeğine el konulmasını sağlayan toplumsal işleyişi çözümlemek, o toplumsal yapının ve o toplumsal yapıya tekabül eden devlet biçiminin şifre anahtarını verir:
“Karşılığı ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özgül ekonomik biçimi, yönetenler ile yönetilenlerin ilişkisini belirler… Bütün toplumsal yapının, onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, kısacası, ona tekabül eden devlet biçiminin en içteki sırrını, gizli temelini açık eden şey, daima, üretimin koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir.” (K. Marks, Kapital, İng., c. 3, s. 791.)

Devlet sapkınlığının kapitalist toplumlardaki olağan örgütlenişi güçler ayrılığına, kapitalizm öncesi toplumlardaki olağan örgütlenişi ise güçlerin birliğine dayanır.

Kapitalizm öncesi toplumlardaki doğrudan üreticilerin çoğunluğu, tabiyet ilişkisiyle egemenlere, köle ilişkisiyle köle sahiplerine, serf ilişkisiyle de feodal beylere doğrudan-kişisel olarak bağımlıdır. Bu toplumlarda “karşılığı ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özgül ekonomik biçimi” dolayımsız-çıplak el koymaya dayalı olduğu için mülk sahiplerinin mülksüzler üstündeki egemenliği doğrudandır, açık seçiktir, kolayca anlaşılırdır. Örneğin, egemen sınıf üyeleri hem mülk sahipleri olarak hem de siyasal iktidar sahipleri olarak doğrudan doğruya devleti oluştururlar.

Kapitalizm öncesi toplumlardaki sömürü ilişkisinin yalınlığından ötürü, devletin halktan gasbettiği bütün erkler, bütün iktidar, düpedüz egemen sınıfın oluşturduğu hiyerarşide toplanmıştır. Bu toplumlarda devlet iktidarının bileşenleri olan yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirlerinden netçe ayrılmış, sofistike mekanizmalarda örgütlenmiş değildir.

Kapitalist toplumda ise insanlar arasındaki toplumsal ilişkiler, eskisi gibi kişisel ve doğrudan değil, fakat meta, değer, para, ücretli emek, sermaye gibi gayri şahsi, yani kişisel olmayan toplumsal güçler aracılığıyla kurulur. Kapitalist toplumda bireylerin “hakimi ve efendisi” artık bu gibi akıl dışı, anlaşılmaz, gizemli toplumsal dolayımlardır:
Kişisel bağımlılık ilişkilerinden (kapitalizm öncesi ilişkilerden – YZ) farklı olarak, nesnel bağımlılık ilişkileri (kapitalizmdeki ilişkiler – YZ) şöyle karakterize edilirler: Bireyler eskiden birbirlerine bağımlı iken, şimdi artık soyutlamaların tahakkümü altındadırlar. (Bu nesnel bağımlılık ilişkisi, toplumsal ilişkilerin bireylerden bağımsızlaşıp, görünürde bağımsız olan bireylerin karşısına çıkmasından başka bir şey değildir. Yani bireylerin karşılıklı üretim ilişkilerinin bireylerden kopması ve bireylere karşı bağımsızlaşması.) Soyutlama ya da idea ise, bireyin hakimi ve efendisi olan bu maddi ilişkilerin teorik ifadesinden başka bir şey değildir.” (K. Marks, Grundrisse, Ağustos 1857 – Mart 1858, çev. Martin Nicolaus, Penguin, İng., s. 164.)

Nesnel bağımlılık ilişkilerinde, yani kapitalist toplumda “karşılığı ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özgül ekonomik biçimi”, eski toplumlarda olduğu gibi, basitçe, insanın insan üstündeki kişisel tahakkümüne, egemen sınıfın devlet olarak çıplak zor uygulamasına dayanmaz. Kapitalist toplumdaki sömürü mekanizması, bireylerin “hakimi ve efendisi” olan gayri şahsi toplumsal ilişkilerin karmaşık, nesnel zorlamasına dayanır.

Kapitalizm öncesi toplumlardaki doğrudan üreticilerin işgücü, alınıp satılan bir meta muamelesi görmez. Kapitalist toplumda ise doğrudan üreticilerin işgücü meta biçimini almıştır. Doğrudan üreticiler kapitalist toplumda artık işgüçlerinin “özgür” satıcısı olarak işçi kimliği kazanmışlar, yani kişisel bağımlılıktan kurtularak “özgür” birey haline gelmişlerdir. Ancak “özgür” işçiler mülksüz oldukları için, yani üretim ve geçim araçlarından yoksun bulundukları için, yaşayabilmek için işgüçlerini kapitalistlere satmak zorundadırlar. Kapitalist toplumdaki sömürünün “özgül ekonomik biçimi”, işgücü metaı satıcısı “özgür” işçiler ile işgücü metaı alıcısı kapitalistlerin birbirleriyle yaptıkları ücretli emek sözleşmesine dayanır.

İşçiler ile kapitalistler arasındaki işgücü metaı alım satım sözleşmeleri, içinde bulundukları yabancılaşmış faaliyetin zihinlerine akarak aptallaştırdığı yalıtık bireylere sanki eşit şartlarda yapılıyormuş gibi görünür. Oysa, gerçekte, taraflar arasında üretimin maddi koşullarına sahiplik bakımından eşitsizlik vardır. Mistik sislere büründüğü için içyüzü kolayca anlaşılamayan kapitalist sömürü mekanizması, “özgür” işçiler ile kapitalistler arasındaki bu zahiri eşitlikten kendisine bir toplumsal meşruiyet illüzyonu üretir.

İşgücü metaının alınıp satıldığı dolaşım alanındaki eşitlik ve özgürlük illüzyonu, kapitalist sömürünün üstünü mistik sislerle örter. Dolaşım alanı, işgücü metaı satıcısı “özgür” işçiler ile işgücü metaı satın alıcısı kapitalistler arasında formal eşitliği öngörür. Bu durum, meta alışverişine taraf olan bütün mübadelecilerin görünürde eşit yurttaş olarak siyaset-devlet alanına katılma hakkını tanıyan demokrasiyi doğurur.

Burjuva hukuk, özel mülkiyeti ortaya çıkaran koşulların dokunulmazlığını temel alır. Burjuva hukuk, özel mülkiyete konu olan metalar arasındaki mübadele ilişkisinin insanlar arası ilişkilere yansımasını düzenler. Burjuva hukuk, meta mübadelesi içindeki yalıtık-özel bireyi, yalıtık-özel bireylerin birbirleriyle metalar aracılığıyla kurdukları dolaylı toplumsal ilişkileri tanımlar.

Burjuvazinin egemenliği, burjuvazinin devlet iktidarına sahip oluşundan doğmaz. Tam tersine, burjuvazinin siyasal egemenliği, yani devlet iktidarına sahip oluşu, özel mülkiyetin, metaın, değerin, paranın, piyasanın, ücretli emeğin, sermayenin gayri şahsi toplumsal iktidarından doğar:
“Eğer burjuvazi, ‘mülkiyet ilişkilerindeki adaletsizliği’ siyasal olarak, yani elindeki devlet iktidarı sayesinde ‘devam ettiriyor’sa, adaletsizliği yaratmıyor demektir. Modern işbölümü, modern mübadele biçimi, rekabet, yoğunlaşma vb. tarafından belirlenen ‘mülkiyet ilişkilerindeki adaletsizlik’, hiç de burjuva sınıfın siyasal egemenliğinden doğmaz. Tersine, burjuva sınıfın siyasal egemenliği, burjuva ekonomistlerinin zorunlu ve ebedi olduğunu ilân ettikleri bu modern üretim ilişkilerinden doğar.” (K. Marks, “Ahlâk Dersi Verici Eleştiri ve Eleştirisel Ahlâk”, 11 Kasım 1847, METE, İng., c. 6, s. 312.)

Kapitalizm öncesindeki devletler, mülk sahibi sınıfın egemenliğini o sınıfı oluşturan kişilerin kişisel imtiyazlarını tanıma yoluyla doğrudan doğruya korur. Burjuva devlet ise, egemen sınıf üyelerine doğrudan kişisel imtiyaz tanımak yerine, bütün toplumu tahakkümü altına almış olan özel mülkiyet, meta, değer, para, ücretli emek, sermaye gibi gayri şahsi toplumsal ilişkileri, yani kişiler arasındaki nesnel bağımlılık ilişkilerini düzenleyen burjuva hukukunu korur. Burjuva devlet, burjuva hukukunu koruyarak, üretim araçları sahibi sınıf üyelerinin egemenliğini kişisellik dışı plânda, dolaylı yoldan ama böylece daha güvenli biçimde korumuş olur.

Burjuva toplumda üretim faaliyetine hükmeden meta, değer, para, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkilerin gayri şahsi işleyişi, bu kişiler üstü tarzını devletin işleyişine de yansıtır. İnsana aykırı toplumsal ilişkilerin gayri şahsi, soyut toplumsal iktidarı, zihinleri içeriden kuşatarak “hukukun üstünlüğü” alıklığını doğurur. Piyasanın, değer yasasının kendi otonom hükmünü icra etmesi, böylece sermaye birikiminin güvence altına alınması açısından, zihinlerdeki iç kuşatmanın, yani “hukukun üstünlüğü” alıklığının çok önemli bir işlevi vardır.

Piyasanın, değer yasasının gayri şahsi işleyişi, devlette keyfi erk kullanımını ve makam sahibi kişilerde aşırı güç birikmesini kaldırmaz. Yasama, yürütme ve yargının ayrılığı, devlet aygıtının gayri şahsi işleyişini sağlama yolunda, keyfi erk kullanımına ve yüksek mevkilerde aşırı güç birikmesine karşı fren ve denge sistemi olarak gelişmiştir.

Yukarıdakiler, Gezi ayaklanmasındaki tali eğilimlerden birini temsil eden “Divan Oteli misafirperverliği”ni ve “Batı”nın bir süredir niye Tayyip’e karşı dönmüş olduğunu açıklamada önemli yer tutar.

Yusuf Zamir
04/02/2014