TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

DEVLET ARABASI

Tarih 27 Mart 1922, Lenin on birinci parti kongresine merkez komite raporunu okuyor. Bolşevik parti, perişan haldeki ekonomiye çare olsun diye bir yıl önce Yeni Ekonomi Politika’yı ilân etmiş. Ama Lenin’in raporuna göre, devlet yeni politikayı iyi uygulamamış:
“Devlet bizim elimizde, fakat devlet bu geçen bir yıl boyunca Yeni Ekonomik Politika’yı istediğimiz gibi yürüttü mü? Hayır… Peki nasıl yürüttü? Aygıt, kendisini yönlendiren ele itaat etmeyi reddetti. Sanki sürücüsünün istediği yöne değil de başkasının istediği yöne giden bir araba gibiydi. Araba sanki gizemli, kanunsuz biri tarafından, allah bilir, belki bir vurguncu, belki bir özel kapitalist ya da her ikisi tarafından sürülüyordu. Öyle ya da böyle, mesele şu ki, araba, direksiyonda oturanın düşündüğü yöne değil de çoğu zaman tamamen farklı bir yöne gidiyor.” (V. İ. Lenin, “On Birinci Parti Kongresine Rapor”, 27 Mart 1922, TE, İng., c. 33, s. 279.)

Yukarıdaki satırlara sinmiş olan varsayımı şöyle süzebiliriz:
Devlet aygıtı bir araçtır, tıpkı araba gibi bir araçtır. Önemli olan bu aracı hangi sınıfın kullanacağıdır. Direksiyonu hangi el kullanıyorsa, devlet arabası ona itaat eder. Devlet aygıtı eğer burjuvazinin elindeyse, burjuva devlettir, kötüdür! Eğer proletaryanın elindeyse, proleter devlettir, iyidir!
(Benzetmeyi şöyle de yapabiliriz: Devlet aygıtı, elektronik bir cihaz olan bilgisayar hardware’ine benzer. Bilgisayar cihazına hangi programı, hangi software’i takarsanız onu uygular. Devlet bilgisayarı, ona takılan Yeni Ekonomi Politika programını uyguluyorsa, çalışıyordur, sağlamdır. Eğer uygulamıyorsa, cihazda arıza var demektir, onarmak gerekir!)

İkinci Enternasyonal zihniyeti, devleti, bir sınıfın öteki sınıf üzerindeki baskı aracıdır diye tanımlamakla yetinir. Devleti belli işlevler gören bir araç olarak, yani bir şey olarak takdim eden bu sığ zihniyet, yukarıdaki gibi vahim çıkarsamalara yol verir.
Devlet, fikri hiyerarşi açısından, araç olmaktan önce insana aykırı bir toplumsal ilişkidir. Devlet, insana aykırı bir ilişki olması hasebiyle, mevcut tersine dönmüş dünyaya ait bir ilişkidir. Devlet kavramının öncelikle tespit edilmesi gereken fikri zemini budur.
Toplumu devletli kılarak gayri insanileştiren süreç, doğrudan üreticileri üretimin maddi koşullarından ayıragelen tarihsel yabancılaşma sürecidir. Bu yabancılaşma süreci, aynı zamanda, insanı özel mülkiyet, meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye, dünya pazarı girdabında gitgide insanlıktan iyice çıkarmakta olan süreçtir de.

Komünal olmayan, yani insana yabancılaşmış dünyada, kendi içine çökmüş olan yalıtık bireyler, birbirleriyle doğrudan insan ilişkileri kuramazlar. Yalıtık bireyler birbirleriyle, ancak sahibi oldukları metalar aracılığıyla gayri insani ilişkiler kurarlar.

Örneğin para, genel plânda, yalıtık bireyler arasındaki insana aykırı toplumsal ilişki biçimlerinden biridir. Tek tek yalıtık bireyler plânında ise, para, geçim araçlarına ulaşmanın, başkasının emek ürünlerini satın almanın, toplumla bağ kurmanın, toplumsal güç sahibi olmanın aracı olarak görünür. Dahası, para, sermaye biçimini alınca, başkalarının artı emeğine el koymanın aracı haline gelir.

Nasıl ki özel mülkiyet, meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye, tarihsel yabancılaşma süreci içinde çırpınagelmekte olan insanın kendi faaliyetiyle gayri insanileştirdiği toplumun organik unsurlarıdır, aynı şekilde, devlet de insanın kendi faaliyetiyle yarattığı insana aykırı toplumun organik bir unsurudur.

Devletin topluma dışarıdan dayatıldığı iddiası, literal olarak, yani kelime anlamıyla anlaşılırsa akla zarardır. Devlet, sadece, topluma dışarıdan dayatılmış gibi görünür. Devlet, literal anlamda, topluma dışarıdan dayatılmış değildir. Devlet, ille de bir benzetme yapılacaksa, daha ziyade, bir salyangozun kabuğu gibi, ait olduğu organizmanın tamamlayıcı bir uzvu olarak anlaşılmalıdır.

Devlet, komünal topluluklardaki kendi kendini yönetmenin inkârı olarak doğmuştur. İnkâr, komünlerin kendi kendini yönetme iktidarını söndürerek komünleri dağıtmıştır. Komünlerin çözülmesiyle, toplumsal yönetim işlevi egemenlerin siyasal iktidarı olarak sapkınlaşmıştır. Devlet biçiminde sapkınlaşmış olan toplumsal yönetim işlevini topluma geri döndürerek sapkın halden kurtarmak için, böylece komünleri diriltmek için inkârın inkâr edilmesi, yani devletin inkâr edilmesi gerekmektedir.

Dahası, devleti inkâr mücadelesi tek başına kaldığı sürece çok fazla ilerleyemez. Onun için, devleti inkâr mücadelesi doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birliğinin inkârıyla ortaya çıkan bütün insana aykırı toplumsal ilişkileri inkâr mücadelesiyle iç içe yürümek durumundadır.

****

Rapora geri dönelim: Lenin’in tespitine göre, “devlet bizim elimizde” olmakla birlikte, devlet “kendisini yönlendiren ele”, yani bolşevik yöneticilere itaat etmemektedir. Devlet arabası “direksiyonda oturanın düşündüğü yöne” gitmemektedir. Acaba neden? Raporun açıklaması şöyle:
“Rusya proleter devletinin elindeki ekonomik güç komünizme geçişi sağlamaya yeterlidir. Öyleyse eksik olan nedir? Açıktır ki, eksik olan şey, idari işlevleri yerine getiren komünistler katmanındaki kültürdür.
“Sorumlu mevkilerdeki 4700 komünistiyle Moskova’yı, bu muazzam bürokratik mekanizmayı, bu devasa yığını ele alıp sormalıyız: Kim kimi yönetiyor? Bu yığını komünistlerin yönettiğini söylemenin doğru olduğundan hiç de emin değilim. Doğrusu, komünistler yönetmiyorlar, yönetiliyorlar. Çocukken bize tarih dersinde öğrettiklerine benzer bir şey olmuştur burada: Bazen bir ulus öteki ulusu fetheder… Eğer fetheden ulus yendiği ulustan daha kültürlüyse, kendi kültürünü yendiği ulusa empoze eder. Fakat tersi durum varsa, yenilen ulus kendi kültürünü fetheden ulusa empoze eder. RSSFC’nin başkentinde olan da böyle bir şey değil mi? … 4700 komünist yabancı bir kültürün etkisi altına girmedi mi? … Yenilenlerin kültürü sefil ve aşağı da olsa, bizim sorumlu mevkilerdeki komünist idarecilerin kültüründen daha yüksektir. Çünkü bizim komünist idarecilerin idari yetenekleri eksiktir.
“Hükümet dairelerinin başına atanan komünistler -ve bazen de bir kalkan olarak kullanmak üzere usta sabotajcılar tarafından mahsus bu mevkilere getirilen komünistler- çoğunlukla aldatılıyorlar.” (V. İ. Lenin, “On Birinci Parti Kongresine Rapor”, 27 Mart 1922, TE, İng., c. 33, s. 288.)

Lenin, yukarıdaki analizi yedi ay sonra şöyle geliştirecektir:
“Eski devlet mekanizmasını devraldık ve bu bizim talihsizliğimiz oldu. Bu mekanizma sık sık bize karşı işlemektedir. 1917′de biz iktidarı ele geçirdikten sonra hükümet görevlileri bize sabotaj yaptılar. Bu bizi çok korkuttu ve ‘lütfen geri dönün’ diye yalvardık. Hepsi geri geldi ama bu bizim talihsizliğimiz oldu. Şimdi kocaman bir memur ordumuz var ama o ordu üzerinde gerçek bir kontrol sağlayacak kadar eğitimli güçlerimiz yok.

“Pratikte, siyasal güç kullandığımız tepede mekanizma bir şekilde işliyor. Ancak aşağıda hükümet çalışanlarının keyfi kontrolü var ve bu gücü çoğunlukla bizim aldığımız tedbirleri boşa çıkaracak şekilde kullanıyorlar. Tepede … birkaç bin, dışarıda (devletin dışarısında – YZ) ise birkaç on bin bizim kendi adamımız var. Gelgelelim, aşağıda çardan ve burjuva toplumundan devraldığımız yüz binlerce eski memur var. Bunlar, kısmen bilerek kısmen bilmeyerek bize karşı çalışıyorlar. Bu meselenin bir günde halledilemeyeceği açıktır. Mekanizmayı iyileştirmek, yeniden biçimlendirmek ve yeni güçleri istihdam etmek için yıllarca sıkı çalışmak gerekecektir… Sovyet okulları ve İşçi Fakülteleri kurulmuş durumda. Birkaç yüz bin genç eğitim görüyor, belki de fazlaca hızlı eğitim görüyor… Eğer çok telâşlı çalışmazsak, birkaç yıl içinde devlet aygıtımızı baştan aşağı onarabilecek geniş bir genç kadroya sahip olacağız .” (V. İ. Lenin, “Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Kongresine Rapor”, 13 Kasım 1922, TE, İng., c. 33, s. 428-429.)

Şimdi alıntılardaki analizlerden çıkanları özetleyelim:
- Devlet aygıtı, devletin üst makamlarındaki komünist idarecilere itaat etmemektedir.
- Neden?
- Çünkü komünist idarecilerimizin idarecilik kültürü, yani idari yetenekleri eksiktir.
- Başka?
- Devletin alt kadrolarını dolduran eski rejimden kalma yüz binlerce memur, “kısmen bilerek kısmen bilmeyerek bize karşı çalışıyor”.
- Çare?
- Eski rejimden kalma yüz binlerce memurun yerini almak üzere yeni kadrolar yetiştirmek gerekiyor. Böylece, “devlet aygıtımızı” (bilgisayarımızı!) “baştan aşağı onarabilecek geniş bir genç kadroya sahip olacağız”.

Lenin yukarıda “bu bizim talihsizliğimiz oldu” derken neyi kastediyor? Eski devlet mekanizmasını yıkmak yerine devralmış olmalarını mı, yoksa, eski devlet memurlarını “geri gelin” diyerek devraldıkları devlette istihdam etmiş olmalarını mı? Alıntıyı dikkatlice okuyunca anlaşılıyor ki, eski devlet mekanizmasını devralmış olmaktan ötürü bir pişmanlık emaresi yok. Çünkü Lenin’e göre devlet aygıtı sadece bir araç. Önemli olan bu aracı hangi sınıfın kullanacağıdır.

Lenin’in “bu bizim talihsizliğimiz oldu” derken kastettiği, ellerinde yeterince yetişmiş eleman bulunmadığı için, devraldıkları devlet aygıtında “yüz binlerce eski memur”u istihdam etmek zorunda kalmalarıdır. Burada, yönetim erkinin halktan koparılmasının örgütleniş biçimi olarak devletin varlığına karşı herhangi bir eleştiri yok. Devlet aygıtının tepeden inme, merkezi, bürokratik kuruluş ve işleyişine karşı bir itiraz yok, sadece o aygıtta istihdam edilen eskiden kalma memurlara itiraz var!

Sorun bu şekilde konunca, devlette köklü bir personel değişikliği yaparak devletin “sınıfsal” karakterinin değiştirilebileceği, böylece “iyi” bir devlet tipi yaratılabileceği izlenimi doğuyor. Sorunun bu şekilde formüle edilmesi, “çare”yi de kendi içinde barındırıyor: “Sovyet okulları ve İşçi Fakülteleri”nde “birkaç yüz bin genç eğitim görüyor”. Birkaç yıl içinde yetişecek olan bu genç kadro eski memurların yerini alacaktır.
Lenin’in önerdiği bu “çare”, maarifçi, aydınlanmacı zihniyeti ele verir: “İyi” bir toplum inşa etmek için aydınlanmış, erdemli kadrolar yetiştirmek, bu kadrolar eliyle toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmek gerekir!

Yukarıdaki alıntının asıl önemi, “çare”yi gerekçelendirirken, farkında olmadan, sorunun gerçekte ne olduğunu açık etmesidir:
“Eski devlet mekanizmasını devraldık ve bu bizim talihsizliğimiz oldu…”

Eski devlet mekanizmasını devralmak, istenmediği halde başa gelmiş olan bir talihsizlik değil, fakat bolşevik siyasete yön verenlerin 1917 Ekim’inde devlet iktidarını ele geçirdikten sonraki bilinçli seçimidir.

Oysa, Paris Komünü ve o zamana kadarki kalkışmaların derslerini Marks şöyle özetlemişti:
“Benim On Sekizinci Brumiyer‘in son bölümüne bakarsan göreceksin ki, bir dahaki Fransız devriminin bürokratik-askeri makineyi artık bir elden öteki ele transfer etmeye değil, fakat paramparça etmeye girişeceğini ilân ediyorum. Kıta’daki her gerçek halk devriminin ilk koşulu budur.” (K. Marks, “L. Kugelmann’a Mektup”, 12 Nisan 1871, Seçme Yazışmalar, İng., s. 247.)

1917 Şubat’ında patlayan devrim, gerçek bir halk hareketi olarak, doğrudan demokrasi organlarını geliştirme yoluyla devleti pratikte eleştirmeye, yani devleti paramparça etmeye girişmişti. 1917 Ekim’inde Kışlık Saray baskınıyla devlet iktidarını ele geçiren bolşevik siyaset ise, devletin pratik eleştirisini geliştirmekte olan işçi kontrolü hareketini, devlet dışı otonom örgütlenmeleri, fabrika komitelerini ezmiş, doğrudan demokrasinin vazgeçilmezi olan çok sesliliği yasaklamış, sovyetleri işlevsizleştirmiştir. Böylece, 1917 Şubat’ında başlayan devrim boğulmuş, devrimin darbelediği merkezi-bürokratik devlet yeniden ayağa kaldırılmış ve tek parti diktatörlüğü kurulmuştur.

Lenin, 27 Mart 1922 tarihli merkez komite raporunda şöyle diyordu:
“Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tipte bir devlet yaratılmıştır.” (V. İ. Lenin, “On Birinci Parti Kongresine Rapor”, 27 Mart 1922, TE, İng., c. 33, s. 301.)
“Proleter tipte devlet yaratılmıştır” iddiasında bulunan raporun proleter tipte devletten anladığı, tek farkı “komünist idareciler”e itaat etmek olan bilindik merkezi-bürokratik devlet aygıtıdır.

Lenin, iktidar dizginlerinin artık elinden kaydığı ömrünün son demlerinde ise, sadece dokuz ay önce “proleter tipte” dediği devletin gerçekte ne olduğunun artık idrakına vardığını şöyle ilân etti:
“Birleşik bir aygıtın gerekli olduğu söyleniyor. Bu pişkinlik nereden geliyor? Bu pişkinlik, günlüğümün daha önceki bölümlerinden birinde parmak basmış olduğum gibi, Çarlık’tan devralıp biraz da Sovyet yağına buladığımız o aynı Rus (devlet – YZ) aygıtından gelmiyor mu?

“… Kendimizin diye adlandırdığımız bu aygıt (Rus devleti – YZ), aslında, hâlâ bize oldukça yabancıdır. Bu aygıt bir burjuva ve Çarlık karışımıdır.” (V. İ. Lenin, “Milliyetler ya da ‘Özerkleştirme’ Sorunu”, 30 Aralık 1922, M. V. tarafından yazıya geçirilmiştir, TE, İng., c. 36, s. 605-606.)

Yusuf Zamir
17/02/2014